Biz belgesel fotoğrafçılarının tek gayreti kaygılandığımız çevremizi objektif, kanıt, seri fotoğraflar halinde sunmak ve bakan tarafın hayatını idame ettirirken farkına varamadığı -belki de köreldiği- olumsuz çevresini insan odaklı çözümler üzerine yeniden sorgulayıp düşünmesine ve eyleme geçmesine davet etmektir...Uğur KAVAS gibi Ustalarımızdan öğrendiğimiz doğru kapı aralamalarının izinde az da olsa farkındalık yaratıp etki edebilirsek ne mutlu bize...
Dün akşam, belgesel film izlemek için Cer Modern’e gitmeye hazırlanırken, kapı çaldı ve kargodan güzel kardeşim, adaşım Sevgili Uğur Çobanoğlu’nun uzun soluklu bir çalışma sonucu yayınladığı Profitopolis albümü geldi. Hemen çıkmam gerektiğinden, albümü masaya bıraktım ve Cer Modern’e gittim.
Eve gelince, büyük bir heyecanla paketi açtım, albümün sayfalarını çevirmeye başladım ama asıl incelemeyi sabaha bırakarak uykuya daldım.
Sabah yoğun bir kar yağışı ile uyandım. Ankara yine Ankaralılığını yapmış, ortalık beyaza bürünmüştü. Kat karşılığı, kebapçılıktan müteahhitliğe soyunan bir adamın yaptığı apartmanın çatı dubleksi evde albümün sayfalarını çevirmeye başladım.
Albümün adı Profitopolis- Sözlükteki karşılığı: Çıkar kenti
Daha çok, anamalcı ülkelerin büyük kentlerine ve her türlü işlevleri, bir bütün olarak toplumun değil, ancak bireylerin ve belirli kümelerin tekelci çıkarlarını artırmaya yönelmiş bulunan anakentlere verilen ad.
Albüme çok doğru konulmuş bir ad. Albüm, 28x28.5 cm boyutlarında, sert kapak 158 sayfa. Yayıncı: Fotoğraf dünyasına çok önemli kitaplar kazandıran Espas Sanat Kuram Yayınları. Sevgili Hüseyin Yılmaz’a selâm olsun. Baskı tertemiz, ülkenin önemli matbaalarından Bilnet Matbaasının. Metinler. Bülent Batuman ve Uğur’un hocası, yol göstereni sevgili dost Halûk Çobanoğlu tarafından kaleme alınmış. Fotoğraflar. Uğur Çobanoğlu’nun. (68 adet) Büyük bir incelik göstererek adıma imzalamış, hak etmediğim bir unvanla birlikte. Ustalık kim, ben kim. Daha çok fırın ekmek yemem lâzım. Yine de böyle gördüğü için sağ olsun.
Kitabın kapağında yer alan fotoğraf, düşündürücü. Önde kanalizasyonlar için kullanılan bir beton büz. Arkada yükselen çok katlı binalar.. Mesaj en baştan verilmiş.
Ben iki yıldır, yeni kitabımın hazırlığı içindeyim. Daha yolum uzun. Konusu, 82 yıl Ankara’ya hizmet veren ve 2018 yılında yıkılan 19 Mayıs Stadyumu üzerine. Şimdi aynı yerde 50.000 kişilik bir stadyumun inşaatı yükseliyor.
Kitap üzerine çalışırken, şehir plânları ve haritaları üzerine de yoğunlaşmıştım. Ankara’nın ilk şehir haritası 1839 yılında Binbaşı Baron Von Vincke tarafından yapılmış. İstanbul’un ilk şehir haritası ise, bundan iki yıl önce 1837’de Prusyalı Mareşal H.Von Molkte tarafından. Vincke, Molkte’nin kurmaylarından birisi. Ankara 1923’te başkent ilân edilince, şehir plânına ihtiyaç duyulmuş 1924 Lörcher plânı yapılmış, bu yetmemiş 1934 Jansen plânı işleme konmuş. Aynı yıllarda İstanbul’da daha çok semtler üzerine plânlar yapılmış ama 1936 da Henri Prost’un adına rastlanıyor. Ankara ve İstanbul bu yıllardan sonra çok yoğun göç almaya başlayınca, imar plânları yetmemeye başlamış. Bana göre Ankara ve İstanbul’a yapılan ihanet DP döneminde başlıyor. Yoğun imarlaşmanın önünün açılması, çok katlara izin verilmesi. Göç alma ile daha yoğun konutlaşma, daha çok bina, arsa spekülatörlerinin ortalıkta çoğalmaları, çıkar kent olgusunun giderek yoğunlaşması. Ankara’da olduğu gibi, İstanbul’da da kentin genleri ile oynanması. Vatan Caddesinin genişletilmesi sırasında, kentin belleği ile ilgili birçok yapının yok edilmesi..Doğma büyüme Ankaralıyım, son yirmi beş yılda tanık olduğum yok edişler, yüreğimi sızlatıyor. Kent kimliği süratle yok ediliyor. Özellikle AKP döneminde yıkım kültürü imparatorluğunu fütursuzca ilân etmiş durumda.
Sevgili Uğur, albümünde, bu doymak bilmeyen tekelci zihniyetin İstanbul'daki rezaletini ortaya koymuş. Bu zihniyetin en büyük ortağı şüphesiz TOKİ. Albümün 55 sayfasındaki fotoğraf, düşündürücü. TOKİ binaları ve mezarlık…Mesaj açık. Avcılar, Başakşehir, Arnavutköy, Esenyurt, Fikirtepe, Beylikdüzü, 4. Levent, Bağcılar, Atakent, Kadıköy…Uğur’un objektifi ile saptadıkları. Rahmetli Ruhi Su’nun seslendirdiği bir türkü vardı. Ben meylimi üç güzele düşürdüm. Türkünün bir yerinde şöyle deniyordu. Birinin evleri kayabaşında, birinin evleri anlım duşunda (yani tam tepemde). Albümdeki fotoğraflara baktığımda içim sızladı. Çok katlı binalar, insanlar buralara taşınınca büyük ihtimalle birbirleriyle komşuluk bile yapmayacaklar, site yönetimine ev kirası öder gibi aidat ödeyecekler..
Fotoğrafçı, başta yaşadığı ülkeye, sonra da yaşadığı kente sorumlu olmalı. Yaşadığı kente bağlılığını göstermeli. Onunla sevinmeli, onunla kederlenmeli. Bir yığın arkadaşım, fotoğrafın değişik kolları ile ilgileniyor, felsefesinden tutun, kimyasına.. Şüphesiz hepsine saygı duyuyorum. Ama fotoğrafçının asıl görevi yaşadığı kente sahip çıkması diye düşünüyorum. Sevgili kardeşim, İstanbul’daki bu çirkin yapılaşmayı kayda alarak geleceğe bir belge bırakmış, fotoğrafçı olarak kente duyduğu sorumluluğu yerine getirmiş.
Sevgili Uğur, ne yazık ki, kentler bu düşmanlara, bu hırs sahiplerine çoktan teslim oldu. Çok daha kötüleri olacak. Yüreğim sızlayarak baktığım fotoğrafların için, fotoğrafın arkeolojisi ile uğraşan biri olarak teşekkür ediyorum. Fotoğrafçının nihai çalışması yapacağı albümler, kitaplardır. Yaptığın bu başlangıç. İnşallah devamı gelir. Yolun açık olsun. Seni bu güzel albüm için yürekten kutluyorum. 11 NİSAN 2025; ANKARA
UĞUR KAVAS